Hz.Mevlana Celalettin Rumi ne zaman ve nerede doğdu? Hz.Mevlana annesi ve babası kimdir? Mevlana Hazretleri evli miydi? Hz.Mevlana, Şems-i Tebrizi ile nasıl karşılaştı? Mevlana Hazretleri neler yaptı? Hz. Mevlana ne zaman ve nerede vefat etti? Büyük Veli Mevlana Hazretlerinin hayatı ve eserleri…
Hz. Mevlana ne zaman ve nerede doğmuştur?
Mevlana Hazretleri, miladi 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içinde yer alan Horasan ülkesinin Belh şehrinde doğmuştur. Asıl ismi Celaleddin Muhammed’dir. Annesi Mümine Hatun,babası “Sultanü’l-ulema” yani “Alimler Sultanı” olarak tanınanBahaeddin Veled’dir.
Horasan’dan Anadolu’ya göçü
Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol İstilası nedeniyle aile fertleriyle beraber Belh’den ayrılmak zorunda kaldı. İlk durağı Nişabur şehri oldu. Nişabur şehrinde büyük Allah dostu Ferîdüddin Attar ile karşılaştılar.Hz. Mevlana daha yaşının küçük olmasına rağmen Ferîdüddin Attar’ın ilgisini çekti ve övgülerine mazhar oldu. Hazret-i Mevlana’ya bir kitabını hediye etti ve Bahaeddin Veled’e “Bu çocuğu aziz tut. Çok geçmeyecek, dünyadaki aşıkların gönüllerine ateş salacak.” dedi. Sultanü’l-UlemaNişabur’dan Bağdata ve daha sonra Kûfe yolu ile Kabe’ye gitti. Hacfarîzasının yerine getirdikten sonra Şâm, Malatya, Erzincan, Erzincan, Sivas yolu ile Karaman’a geldi. 1222 yılında Karaman’a gelen Bahaeddin Veled hazretleri ve ailesi 7 yıla yakın burada kaldılar. Hz. Mevlana 1225 yılındaGevher Hatun ile evlendi. Bu evlilikten Mevlâna’nın Bahaeddin Muhammed (Sultan Veled) ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu.Mevlana Hazretleri ilk eşi Gevher Hatun’un vefatından sonra Kira Hatun’la evlendi. Mevlana Hazretleri 7 yıl Karaman’da kaldıktan sonra Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın daveti üzerine 1228 yılında Konya’ya göç etti. Sultan Alaaddin Keykubat kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi ‘ni ikametlerine tahsis ettiler. Babası Sultanü’l-Ulema Bahaettin Veled Hazretleri ise 1231 yılında Konya’da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu Sarayının Gül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlana Dergahı’ndaki bugünkü yerine defnolundu.
Sultanü’I-Ulema ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlana’nın çevresinde toplandılar. Mevlana’yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlana büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi’nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Şems Tebrizi Hazretleri ile Karşılaşması
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, âilece Konya’ya yerleştikten sonra Seyyid Burhaneddin’in isteği üzerine tahsîlini tamamlamak için Halep ve Şam’a gitti. O sırada takrîben otuz yaşlarındaydı.
Bir gün Şam’ın kalabalık çarşısından geçerken değişik kılıklı bir kişi:
“–Ver elini öpeyim, ey âlemlerin sarrafı..” dedi.
Celâleddîn-i Rûmî’nin ellerine yapıştı ve harâretle öptü. Sonra birdenbire kalabalığın içinde kayboluverdi.Celâleddîn-i Rûmî, ansızın gerçekleşen bu hâdise karşısında son derece şaşırdı.“Bu ne iştir?” diye hayretler içinde kaldı. Esrârengiz ve garip hüviyetli kişi, kendisi için âdetâ bir muammâ oldu.
Seyyid Burhaneddin 9 yıllık eğitim sürecinin ardından Hazret-i Mevlana’ya halkı irşad ve öğretimle meşgul olması gerektiğini belirtti.
Mevlana Hazretleri, 1240 yılından itibaren Konya’da dini ilimleri öğretmeye ve halkı irşad etmeye başladı.
Hazret-i Mevlana, seneler sonra bir gün Konya’daki medresesinde dersten çıkıp talebeleriyle sohbet etmekteyken, daha evvel Şam’da elini öperek kendisini hayrette bırakan kimse ile tekrar karşılaştı. Bu şahıs Tebrizli Şems’ti. O da Hazreti Mevlana’nın sohbetine dâhil oldu. Garip bir heyecanla şu acâyip soruyu sordu:
“–Bâyezîd-i Bistâmî mi, yoksa Hazret-i Muhammed Mustafâ (s.a.v.) mi daha büyüktür?”
Mevlânâ Hazretleri dehşete kapıldı ve:
“–Bu nasıl suâl? Hiç âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bulunan yüce bir peygamberle, bütün sermâyesi O’na tâbîlik olan bir velî mukâyese edilir mi?” diye hiddetle bağırdı.
Tebrizli Şems, sükûnetini hiç bozmadan sorusunu şu şekilde açıkladı:
“–Öyleyse, neden Bâyezîd, Rabb’inden cehenneme konulmasını ve vücûdunun orada, başka hiçbir mücrime yer kalmayacak derecede büyütülmesini taleb ettiği lâkin küçük bir ilâhî tecellî karşısında da; «Şânım ne yücedir Kendimi tesbîh ederim» dediği hâlde; Hazret-i Peygamber sayısız tecellîlere rağmen büyük bir mahviyet içerisinde bulunuyor ve nâil olduğu nîmetlerle yetinmeyerek Rabb’inden hâlâ istiyor, istiyor, boyuna istiyordu?” dedi.
Bu îzâhat, Hazret-i Mevlânâ’yı sırf aklın aydınlattığı zâhir ilmin hudûduna getirip dayadı. Bu noktada kalarak soruya cevap vermek mümkün değildi.Şems, hâl silâhıyla onu bu noktadan ileriye itti. İlerisi uçsuz bucaksız bir “ledün âlemi”ydi. Böylece Şems, muhâtabını, onda mevcûd olduğu hâlde habersiz bulunduğu mânevî bir iklîmin ufkuna doğru şimşek süratiyle bir keşif seyahatine çıkarmış oldu.
Bu ânî gelişmenin tesiri ile Hazret-i Mevlânâ, daha evvel ezberlemiş bulunduğu zâhirî ilmin mütâlaalarından birini serdediyormuşçasına kolaylıkla şu cevâbı verdi:
“–Bâyezîd’in; «Şânım ne yücedir; kendimi tesbîh ederim Ben sultanların sultânıyım..» sözü bir işbâ (doymuşluk) hâlinin ifâdesidir. Yâni, onun mânevî susuzluğu, küçük bir tecellî ile giderilmiş oldu. Rûhu artık talepsiz bir hâle geldi. Sekre sürüklendi. Okyanusun hacmi sonsuzdu, lâkin onun istiâbı bu kadardı.
Hazret-i Peygamber ise, «اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ »sırrına mazhar olmuştu. Tecellîler, kendisini her taraftan kuşattı. Kâinat kadar geniş olan sadrı, bir türlü kanmıyordu. Susadıkça susuyor, içtikçe de susuzluğu artıyordu. Her an bir hâlden diğer bir hâle yükseliyor ve her yükselişte de bir önceki hâline tevbe ediyordu. Nitekim:
«Ben günde yetmiş defâ-diğer bir rivâyette yüz defâ tevbe ederim..» buyurmuşlardı.
Zîrâ O, yüce Mevlâ’sına her an daha yakınlık istiyordu. Çünkü iştiyâkı sonsuz, kul ile Rab arasındaki mesâfe ise sonsuz kere sonsuzdu. Bu sebeple birçok kereler:
«Yâ Rabbî, Sen’i gereği gibi ve lâyık olduğun vechile tanıyamadım… Sana hakkıyla kulluk yapamadım…» diye ilticâ ve tazarrûda bulunuyordu.”
Şems’in vazîfesi, muhâtabının idrâkini, kalbî derinliğini, zâhirî ilimle ulaşılamayacak olan işte bu mertebeye yükseltmekti. Bunun için, aldığı cevapla ulvî gâyeye ulaşmış insanların büyük coşkunluğunu hissederek bir neş’e çığlığı attı. Kendinden geçti. Böylece bu iki mâneviyat yıldızının arasında hayat boyu devam edecek olan nûrânî bir şerâre vücûda gelmiş oldu.
Bu hâdiseden sonra, daha evvel tamâmıyla zühdî bir ibâdet hayâtı içinde sâkin bir müderris olan Hazret-i Mevlânâ, birdenbire içi içine sığmayarak samimî ve coşkun bir heyecan iklîmine girdi. Kısa bir süre sonra Şems ortadan kayboldu ve bir daha görüşemediler.
Hayatını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Hazret-i Mevlana, Konya’da 17 Aralık 1273’te bir pazar günü gurup vaktinde “sevgilisi”ne kavuştu.
Mevlana Hazretleri, ölüm gecesini “Şeb-i Arûs” (düğün gecesi), vuslata eriş olarak ifâde eder.
Hz. Mevlana’nın Eserleri Nelerdir?
Mesnevi, Divan-ı Kebîr, Mecalis-i Seb’a, Mektubat, Fihi Mafih
Mesnevi: Mevlana’nın Çelebi Hüsameddin’in isteği üzerine Farsça yazdığı mesnevisidir. 25 bin beyitlik eserde Mevlana, tasavvufi fikir ve düşüncelerini hikâyelerden hareketle anlatmıştır.
Divan-ı Kebir: “Büyük divan”anlamına gelen kitap, gazel, terkib-i bend ve rubailerden oluşan 40 bin beyitlik bir eserdir.
Fihi Ma Fih: “İçindeki içindedir, yahut içinde ne varsa o’dur”anlamına gelir. Hazret-i Mevlana’nın sohbetlerini içeren bir eserdir.
Mecalis-i Seba: “Yedi meclis”demektir. Hazret-i Mevlana’nın camilerdeki vaazlarını içerir.
Mektubat: Hazret-i Mevlana’nın devlet büyüklerine yazdığı mektuplardan oluşmaktadır.
Mevlananın yedi öğüdü
- Cömertlik ve yardım etme konusunda akarsu gibi ol
- Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
- Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
- Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
- Tevazu ve alçakgönüllükte toprak gibi ol
- Hoşgörülülükte deniz gibi ol
- Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol
Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. Düşmem dersin düşersin, Şaşmam dersin şaşarsın. Öldüm der durur, Yine de yaşarsın. ” Hz Mevlana.
Bir günah işlediğinde hemen tövbe et. İnsan suya düştüğü için değil, sudan çıkamadığı için boğulur. Hz. Mevlana
Aklın başına geldiğinde Pişman olacağını bir işi sakın yapma. Hz. Mevlana
Nasibinde varsa alırsın karıncadan bike ders. Nasibinde yoksa bütün cihan önüne serilse sana ters.Hz. Mevlana
İnsan gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak gerçek dostu görendir. Hz. Mevlana
İnsanları iyi tanıyın, her insani fena bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin. Hz. Mevlana
İnsanı gördüklerinden ibaret sayma, göremediklerinde ara. içidir hakikatin resmi, dışı sadece bir manzara. Hz. Mevlana
Kula bela gelmez hak yazmadıkça, hak bela yazmaz kul azmadıkça. Hz. Mevlana
Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok! Hz. Mevlana
Mum olmak kolay değildir, ışık saçmak için önce yanmak gerekir. Hz. Mevlana
Birini seviyorsanız O’nu Allahtan isteyin. Kalpler Allah’ın Elindedir. Hz. Mevlana
İçinde azıcık nur olmayana, dışarıdan verilen öğüt fayda vermez. Hz. Mevlana
Irmak suyunu tümden içmenin imkânı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkânı yok. Hz. Mevlana